islami bilgim dini bilgiler ilahiler ilahi dinle indir dini gifler
  Süleyman efendinin tahsilatı Ve Memuriyeti
 

TAHSIL HAYATI VE MEMÛRIYETI

Süleyman Efendi, ilk tahsilini, babasi Osman Efendi'nin de müderris olarak vazife yaptigi Satirli Medresesi'nde yapmisti. Daha sonralari pederleri tarafindan yüksek tahsil için Istanbul’a gönderildi. Osman Efendi, oglunu Istanbul’a gönderirken su tavsiyelerde bulundu: “Oglum, Usûl-i Fikih ilmine iyi çalisirsan, dininde kuvvetli olursun. Mantik ilmine iyi çalisirsan, ilminde kuvvetli olursun.”

Süleyman Efendi, Istanbul Fâtih Medreseleri'ne geldiklerinde, medresede yer kalmamisti. Bu sebeple, bazi ilim âsigi talebeler yer olmadigindan bodrumda yatip kalkiyorlardi. Süleyman Efendi de bir müddet orada kaldilar. Imkân olmadigi için çok zor sartlar altinda, mum isiginda ders çalistilar. (Son devrin Islâm âlimlerinden Mahmud Esad Efendi de o bodrumda kalanlardandir).

Süleyman Efendi, Fâtih Câmii'nde ders vermekte olan Bafrali Ahmed Hamdi Efendi'nin rahle-i tedrîsinde derslere basladi. Dersleri, sesleri yankilandirmadigindan minber karsisindaki mahfelin alt kisminda okurlardi.

Bafrali Ahmed Hamdi Efendi, onun aklini ve derslerini ögrenme husûsundaki kâbiliyetini takdir ediyor; medrese muhîtinde ise, onun hakkinda “Zeki çocuk, yetisirse iyi bir âlim olacak” diye bahsediliyordu. Nitekim kisa zamanda yüksek zekâ, çaliskanlik ve takvâsiyla bütün hocalarinin dikkat nazarlarini üzerine çekti.

Ilim tahsili husûsunda irâdelerini o derece zorluyorlardi ki; okudugu kitaplarin sahifeleri üzerine burunlarindan kan damliyor, gözleri uykusuzluktan âdetâ kan çanagi haline geliyordu. Soguk kis günlerinde pencereden uzanarak aldiklari bir parça kari avuçlari içinde sikip ve enseleri ile gömleklerinin yakalari arasina koyuyor, kar parçasinin vücût harâretinde yavas yavas erimesi neticesinde sirtlarindan asagi inen ince su yolu daima uyanik bulunmalarini temin ediyordu.

1913 yilina kadar Bafrali Hamdi Efendi'nin yaninda âlet ilimleri tâbir edilen sarf, nahiv, belâgat, mantik, vaz’, cedel ve münâzara gibi ilimleri ve âlî (yüksek) ilimler denilen fikih, kelâm, hadis, tefsir ve usûl-i fikih, usûl-i hadîs, usûl-i tefsir gibi ilimleri tamamlayarak icâzet aldi.
1913 yilinda, Dârü’l-Hilâfeti’l-Aliyye Medreseleri, Kism-i Âli’sine girdi. Ancak diger talebeler gibi birinci siniftan degil, dogrudan üçüncü siniftan basladi.

1915’te 3. Sinifin birinci subesini 90 üzerinden 88 puanla birinci,
1916’da 4. Sinifi 80 üzerinden 76 puanla besinci olarak bitirdi. 1916 yilinda ilim silsilesinden gelme bir dersiâmdan icâzetli oldu. Artik O, zamaninin en yüksek medresesinden mezûn bir din âlimi idi.
30 Eylül 1916’da ihtisâs (doktora) yapmak ve dersiam (Profesör) olarak yetismek üzere Süleymaniye Medresesi'ne bagli Medresetü’l-Mütehassisîn’e kaydoldu.Bu medresenin ilk iki yilini tam bir muvaffakiyetle tamamlayarak Eylül 1918’de kendisine, 20 kisi ile birlikte, Istanbul Müderrisligi Ruûslugu (akademik bir kariyer) verildi.
Ayrica Süleymaniye Medresesi'ne girmeden önce Medresetü’l-Kuzât’in (Hukûk Fakültesi) giris imtihanini birincilikle kazanmisti. Bunu büyük bir sevinçle pederi Osman Efendiye mektupla bildirdi, ancak ondan su cevabî telgrafi aldi: “Süleyman! Ben seni Istanbul’a, cehenneme gitmen için göndermedim”. Osman Efendi bu ikazlariyla, “Üç kâdidan ikisi cehennemdedir” meâlindeki hadîs-i serîfi hatirlatiyordu.

Süleyman Efendi, babasina verdigi cevapta; maksadinin hâkimlik meslegine geçmek olmayip, devrin bütün zâhirî din ilimlerinde kemâle ermek oldugunu bildirdi. (Nitekim ileride Ankara Agir Ceza Mahkemesi'ne hâkim olarak tâyin edilecek ve bu meslege tâlip olmadigini bildirerek, kadiligi reddecektir). Süleymaniye Medresesi'nin "tefsir-hadis" kismindan icâzetini alip dersiâm oldugu gibi, Medresetü’l-Kuzât’dan da diplomasini iyi derece ile alip kâdilik (hâkimlik) rütbesine ulasti. Böylelikle devrinin aklî ve naklî ilimlerinde en yüksek dereceyi ihrâz etti.

1 Haziran 1920 tarihinde dersiâm olarak vazifeye basladi. Bu onun ilk memuriyeti idi. 27 Nisan 1921 tarihine kadar dersiâmliga devam etti.
1922 tarihinde Dâr’ul-Hilâfet’il-Aliyye Medresesi'nin birinci kisminda Türkçe müderrisligi vazifesine basladi.

29 Mart 1923 tarihinde Dâr’ul-Hilâfet’il-Aliyye Medresesi Ibtidâ-i Hâric Kismi, Sarf-i Arabî Müderrisligi'ne tâyin olundu.

25 Eylül 1923 tarihinde tekrar Türkçe Müderrisligi'ne tâyin olundu.
3 Mart 1924 tarihinde Tevhîd-i Tedrîsât Kanunu çikinca medreseler, önce Maârif Nezareti'ne (Milli Egitim Bakanligi) baglandi ve bilâhare tamamen ilga olundu. Süleyman Efendi Hazretleri'nin vazife yaptigi Ibtidâ-i Hâric Medreseleri ise, Imam Hatip mektebine tahvîl edildi. Süleyman Efendi bu okulun egitim kadrosuna alindi ise de, dersiâmlik uhdesinde kalmak sarti ile müderrislikten kendi istegi ile ayrildi.
1924 yilinda kabul edilen Tevhîd-i Tedrîsat Kanunu ile medreseler ve diger dînî egitim müesseselerinin kapatilmasina karar verilmisti. Böylelikle dinin klasik medrese usûlüne uygun olarak okutulmasi yasaklanmisti. Süleyman Efendi Hazretleri bu vaziyet karsisinda büyük bir azim ve gayretle usûlüne uygun olarak ayni tedrîsâti devam ettirmek istemis ve bu hususta çareler aramaya baslamisti. Müderrisler cemiyetinin lagv ve fesh edilmesine dair gelen emir üzerine de bir toplanti yapilmisti. 520 kadar dersiâmin bulundugu o toplantida söz alarak sunlari söyledi:

“Arkadaslar, medreseler lagvedildi. Bu vaziyet karsisinda milletin dini ne olacak? Buradan dagilmadan aramizda bir karar alalim. Biz 520 dersiâmiz, her birimiz memleketin bir kösesinden gelmisiz. Bizler ilim adamlari olarak, bu milletin dînî ihtiyacini daha 50 yil karsilariz. Memleketlerimize dönünce ikiser talebe bularak, onlara Allah’in ilmini okutup, dinini belletecek olursak, bu talebeler, 50 sene daha bu milletin dinine kâfî gelirler. Zaten her yüz senenin basinda Allah-ü zû'lcelâl'in bir müceddid gönderecegi, hadis-i serîfle haber verilmistir. Bunu yapmazsak huzûr-i ilâhîde yakamizi mesûliyetten kurtaramayiz.”
O, bu sözleriyle kapatilmis olan medreseleri fiilen açik tutmanin çarelerini ariyordu. Süleyman Efendi'nin bu teklifinden sonra bazi dersiâmlar söz alip dediler ki:

“Çok dogru söylüyorsun Süleyman Efendi; ancak, Tevhîd-i Tedrîsat Kanunu yürürlüge girdi. Ortalik toz-duman, hayatlarimiz tehlikede, bu vaziyet karsisinda tekliflerinizi tatbik etmek mümkün olmasa gerek!” Bunun üzerine tekrar söz alan Süleyman Efendi Hazretleri:

“Arkadaslar, Tevhîd-i Tedrîsât Kanunu cemiyet hâlinde tedrîsât yapmayi yasakliyor, bir iki kisiyi yasaklamiyor. Çünkü bir-iki de cem’iyyet yoktur. Ben de size, bir iki kisi okutalim diyorum” dedi. Bunun üzerine bazi müderrisler mahkeme ve hapse düsmekten korktular: “Bu siddet zamaninda bunu da yapamayiz” dediler.

Bu defa Süleyman Efendi Hazretleri, dinî tedrisat vazifesini fahriyyen (maassiz-ücretsiz) yapmaga hazir olduklarini bildirmek üzere, zamanin hükümetine, (TBMM Baskanligina) bir telgrafla mürâcaatta bulunmayi teklif etti. Ancak, zamanin idaresi tarafindan Islâmi faaliyetlere menfi nazarlarla bakildigini iyi bilen dersiâmlardan bir çoklari, böyle bir teklifi de benimsemediler. Süleyman Efendi de bu tesebbüsün, o günün sartlari içinde müsbet karsilanmayacagini çok iyi biliyordu. Ne var ki O, yarin âhirette ellerinde bir belge bulunmasini, bu belgenin belki de bir çok dersiâm için ”Yâ Rabbi! biz senin dinini okutmak istedik, ama imkân bulamadik” kabilinden bir vesîle-i necât olabilecegini düsünüyordu. Uzun müzakerelerden sonra neticede bir kisim dersiâmlar su meâlde telgraf çekilmesinde mutâbik kaldilar. “… biz, asagida isim ve imzalari bulunan dersiâmlar, hükümetimizin harb-i umûmi gibi büyük bir felaketten çikmasi dolayisi ile mâlî müzâyaka içinde bulundugunu dikkate alarak, dinî ilimleri fahriyyen okutmaya hazir oldugumuzu bildirir….” Bu telgrafa gelen cevap: “... Memlekette Tevhîd-i Tedrîsât Kanunu yürürlüktedir, hilâfina hareket siddetle cezâyi müstelzimdir” diyordu. Cevap çok açik ve kesindi. Bu hâdiseyi bilâhare talebelerine nakleden Süleyman Efendi söyle buyururlar:

“Evlatlarim, bir çok dersiâmlar korktular, okutmadilar. Biz korkmadik okuttuk. Allah’a sükür yasiyoruz. Ama korkanlardan bir çoklari ölüp gittiler. Korkunun ölüme faydasi yoktur.”

Iste o toplantilarda kabul görmeyen talebe okutma fikir ve hizmetini, kendi evinde iki kizini bizzat okutarak baslatti.

Dersiâmligin kaldirilmasindan sonra vaizlige baslayan Süleyman Efendi, hayatinin son senelerine kadar Sultanahmet, Süleymaniye, Yenicâmii, Sehzâdebasi, Kasimpasa Camii Kebir'i gibi Istanbul’un büyük câmilerinde halka va'z ederek irsâd vazifesine devam etti


 
  Bugün 90943 ziyaretçi (200346 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol